
OSMANLI BATILILAŞMASINDA ULEMADAN AYDINA GEÇİŞ SÜRECİ ANLATILDI
Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şubesi tarafından düzenlenen “Enderun Mektebi” Programında bu hafta “Osmanlı Batılılaşması çerçevesinde Ulemanın etkisinin azaltılması ve Ulemadan Aydına geçiş süreci” anlatıldı. Programa konuşmacı olarak Mehmet Sarıçiçek katıldı.
OSMANLI BATILILAŞMASINDA ULEMADAN
AYDINA GEÇİŞ SÜRECİ ANLATILDI
Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri
Şubesi tarafından düzenlenen “Enderun Mektebi” Programında bu hafta “Osmanlı
Batılılaşması çerçevesinde Ulemanın etkisinin azaltılması ve Ulemadan Aydına
geçiş süreci” anlatıldı. Programa konuşmacı olarak Mehmet Sarıçiçek katıldı.
Programda Mehmet Sarıçiçek, Osmanlı
Devleti’nin kuruluş döneminde ve klasik çağlarında ulemanın etkisini ve bu
dönemde devleti ve toplumu yönlendiren en önemli etkenin ulema ve dolayısıyla
medreseler olduğunu ifade etti. Osmanlı Devleti içerisinde batılılaşma
çabalarının ortaya çıkması ile birlikte medreselerin ve ulemanın etkisinin
giderek azaldığını bunun Osmanlı Devleti’nin son döneminde arttığını ve
cumhuriyet döneminde ise ulemanın etkisinin tamamen ortadan kaldırıldığının
altını çizdi.
Mehmet Sarıçiçek konuşmasında,
Osmanlıda ıslahat hareketlerinin başlaması ve ulemanın tasfiyesi ile birlikte
medrese ve mektep ayrımının başlaması ve bunun son 200 yıla etkisi ile ilgili
bilgiler verdi. Sarıçiçek konuşmasında şunları kaydetti:
“Osmanlı Devlet teşkilatında
vezirler de dahil olmak üzere idari kadronun hepsi medresede tahsil görmüş ve
adına ilmiye sınıfı adı verilen alimlerden meydana gelirdi. Bu sınıfın en
üstünde Meşihat Makamı yani Şeyhülislam bulunurdu. Bu makam, devlet idaresinde
Veziriazam ile aynı seviyede temsil edilirdi. Beş asra yaklaşan meşihat
tarihinde bu makama yükselen 129 şeyhülislamın hemen hepsi, eserleri ile
tanınmış, ilmiyle amil faziletli zatlardır. Divan-ı Hümayun’un diğer üyeleri
olan yani müftiler, kazaskerler, nişancı, defterdar gibi yönetim mekanizmasının
diğer yetkilileri de aynı şekilde ilmiye sınıfından seçilirdi.
İslam tarihinin her döneminde
İslami hayat ulemanın rehberliğinde yaşanırdı. Devlet, yapılacak yer yeni
faaliyette ulemaya danışır ve onların verdiği karara göre hareket ederdi.
Ayrıca ulema tabakası, müderris, kadı, cami imamı ve müezzinler olarak halkla
sürekli bir yakın ilişki içinde olurdu. Halk da İslam dinini en iyi bilen ve
uygulayan kişiler olmaları hasebiyle onların yolundan giderlerdi. Ancak
yukarıda işaret ettiğimiz gibi III. Selim’den itibaren devlet yöneticileri,
istikbalin modernleşmede olduğuna karar verdiler ve bu isteklerini
gerçekleştirme yolunda ulemayı kendilerine engel olarak görmeye başladılar. Bu
konudaki ilk değişim III. Selim ile beraber başladı. Öyle ki onun döneminde
padişaha tavsiye ve nasihatlerde bulunacak olan ulemayla ilgili sistem
değişikliğine gidildi. Padişah bu kişileri kendisi belirlemeye başladı. Sonra
devlet kademelerine, modernleşmeye karşı çıkmayacağını tahmin ettikleri kişiler,
yerleştirilmeye başlandı. Bunlar kendilerine ilmiye sınıfı dışından danışmanlar
edindiler. İlmiye sınıfından kayırma veya torpil yoluyla seçilerek devlet
yönetimine getirilen bu kişilerin kifayetsizlikleri sonucunda birtakım
aksaklıklar meydana gelmeye başladı ve bu durumdan bütün ilmiye sınıfı suçlu
görüldüğü için devletin içine düştüğü bunalımlı durumdan da onlar sorumlu
tutuldu. III. Selim’in Batı’ya hayranlığı, Batı tarzı eğitim müesseseleri
kurmasında da kendisini gösterdi. Kara ve deniz kuvvetleri için zabitler
yetiştirmek maksadıyla, 1794 tarihinde Batılı tarzda eğitim verecek olan
Mühendishane-i Berri-i Hümayun’un açılışını yaptı. Sonra hekim ihtiyacını
karşılayabilmesi için bir Rum okulunda tıp şubesi açtırdı. Bu okullara,
modernizasyona mani olacağını düşündüğü ulemayı almamak için imtihanla hoca
alımı yapıldı. Günümüzde de bazı tarih kitaplarında, ulemanın bozguncu ve
yıkıcı kuvvetlerle işbirliği yaptığı için böyle bir yola başvurulduğu iddia
edilir. Halbuki ulema, Kanun-i Kadim’i muhafaza etmek istiyordu. Ama devlet
ricalinin niyeti Batı’yı taklit ederek ilerlemekti. Ulemaya yönelik engelleme
çalışmalarının ilki II. Mahmud zamanında 1826’da yapılan Evkaf-ı Hümayun
Nezareti düzenlemesiyle vakıf gelirleri devlet bütçesine alınarak medreseler ödeneksiz
bırakılmasıyla resmen başlatıldı. Bu tarihten itibaren Batı’yı örnek alan yani
seküler bir eğitim verecek mektepler açılmaya başladı. Bunlardan amaç, yabancı
dil bilen insan yetiştirmek ve bu insanların gayretleriyle Batı dillerinden
eserler tercüme etmeye başlamaktı. İşte bu ayrım, Tanzimat döneminde daha da
geliştirilecektir. Nihayet toplumda, bir medresede İslami metodlara bağlı
eğitim alan, diğeri mektepte seküler Batı modeline dayanan eğitimden geçen çift
başlı bir yapı ortaya çıktı. Mektepliler medreseliler cahil, bağnaz, uyuşum ve
yenilik düşmanı olarak nitelendirilirken, ilmiye mensubu ulema da Avrupa
örneğinde yeni açılan mektepleri, dini değerlere uymayan bilgiler öğretmekle ve
bu şekilde yeni yetişen öğrencileri İslam’a yabancılaştırmakla suçluyordu.
Yüzyılın sonlarına doğru medreseliler, mektepliler karşısında her alanda geriye
düştü. Öyle ki, II. Meşrutiyet başlarına gelindiğinde medreseler, artık
cazibelerini yitirmiş, bütün ikbal mekteplerden mezun olanlara geçmişti. Bu
aşamadan sonra ise, ulema kavramının yerini “Aydın” kavramının aldığını
görüyoruz. Bu olumsuzluğu gidermek için günümüzde bazı isimlerin çalıştığını ve
yeniden toplumumuzda ulemanın yerini alması için çalışan gayret eden
insanlarımız olduğunu sevinerek görüyoruz.”
Programın son bölümünde Mehmet
Sarıçiçek, Ulema epistemolojisine dönüş sadedinde, Abdurrahman Aslan, Prof. Dr.
Recep Şentürk, Prof. Dr. Faruk Beşer, Yusuf Kaplan gibi düşünce ve fikir
adamlarının yazılarından pasajlar okudu. Bu kapsamda özellikle, Medrese sistemimizin
yeniden ihyası yolunda çalışma yapan Prof. Dr. Ebubekir Sifil, İhsan Şenocak
hoca, Prof. Dr. Serdar Demirel, Prof. Dr. Bedri Gencer, Melikşah Sezen, Harun
Çetin gibi fikir düşünce adamlarının gayretlerinden de bahsetti.